Sayfalar

15 Eylül 2012 Cumartesi

TAŞ USTASI

Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa. Ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. işte o zaman anlarım ki; taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir."

3 Ağustos 2012 Cuma

mevlana

Bir yerde bir acı varsa, ama böyle ciğerden gelecek bir acı.
İşte oraya rahmet yağar. Hiçbir acı, çektirenin yanına kalmaz.
Bilerek, isteyerek, sorumsuzca mutsuz eden;
Muhakkak mutsuz olur.
Gerçekten içi yanan, gerçekten yakanı bir sözüyle
altüst edebilir.
Edilen ah'lar bir zaman tutar.
Çektirilen acı, havada asılı kalmaz. Çektirenin başına düşer.
Gerçek hayatta işler her zaman böyle yürümez diyen de olabilir buna amma;

Hayatın gerçek olduğunu kim söyledi ki?

5 Haziran 2012 Salı

Kediler nankör müdür?


İnsanların, kendilerine bağımlı sandıkları, yaptıklari her harekete bir karşılık bekledikleri ve o ufacık hayvandan bir karşılık alamadıklarındanda egolarıyla haykırdıkları kelimedir NANKÖR...
Bir lokma yemek verdiniz diye kedinin kucağınıza gelmesi gerektiğini düşünüyorsanız (ve nankörluk yapıp gelmiyorsa!) ; size her yemek ısmarlayanın kucağına ...?
Nasıl sinsi inek, namussuz hamamböceği yada asabi penguen yoksa nankör kedi de yoktur. Ve fakat nankörlüğün kitabını çıkarıp imza gününü düzenyecek insan kılıklılar var. Kendisini seveni ve arkasını koruyanı tek kalemde harcayanlara kedi yüreği diliyorum. Evet. Amin.

4 Haziran 2012 Pazartesi

‎''Geçmişte yaşadıklarım bana şunu öğretti: Hepimiz bu dünyaya, hayatımızı en iyi şekilde yaşamak için geliyoruz ve inanın bana, hayat saklanarak, umutsuzluklarla, pişmanlıklarla harcanamayacak kadar kısa. Dertler ve sıkıntılarla boğuşurken her gün, bir öncekinin aynısı gibi görünmeye başlıyor. Oysaki her yeni gün kendi mucizelerini de beraberinde getiriyor. Hem de en beklenmedik anlarda…

Doğduğumuz andan itibaren hepimize birer yumak iplik veriliyor; bundan mutluluğun desenlerini örmek ise bizim elimizde…''

29 Şubat 2012 Çarşamba

Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez. Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya, Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında Ne çarşaf halden anlar ne yastık. Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık. Onun unutamadığın hayali, Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine. Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın. Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu. Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin. Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için, Vurursun başını soğuk taş duvarlara. Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın. Duyarsın, Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın. Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin. Niçin yaratıldığını. Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini. Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini. Boşuna geçip giden günlerine yanarsın. Dolar gözlerin, için burkulur. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın. Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların. Sevilen gözlerin erişilmezliğini. O hiç beklenmeyen saat geldi mi? Düşer saçların önüne, ama bembeyaz. Uzanır, gökyüzüne ellerin. Ama çaresiz, Ama yorgun, Ama bitkin. Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın. Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı. Sevmek ne imiş bir gün anlarsın. Bir gün anlarsın hayal kurmayı; Beklemeyi, ümit etmeyi. Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi. Lanet edersin yaşadığına... Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın. O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden. Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Günümüz insanı aşka aşık, aşığa değil! Aşıkların kısa dönem askerlik gibi kısa sürmesinin nedeni herhalde bu. Zaplanan aşıklar dönemi bu dönem! Kanaldan kanala geçer gibi aşıktan aşığa geçiliyor. Peki bu neden böyle oluyor? Çünkü insan insana sevgisiz, insan insana tahammülsüz, insan insan için fedakarlık duygusunu yitirmiş, insan insana kendini adamaktan kaçıyor. Oysa fedakarlık, adanmışlık varsa vardır aşk. Fedakarlığın, adanmışlığın yaşamadığı yerde yaşamaz aşk. Ne yazık ki uğruna kendini adadığı ne bir ideali var günümüz insaninin... Ne de uğruna kendini adadığı bir aşkı. Nerde ideali, aşkı uğruna her şeyden vazgeçen dünün insani... Nerde hiçbir şey için hiçbir şeyden vazgeçmeyen bugünün insanı?

AŞK ÜZERİNE GÜZEL BİR YAZI OKUYUNUZ TAVSİYEDİR! Genç, nişanlısının “Ayrılık” konuşmasından sonra yüzükleri Haliç’e fırlatmış, Ardından da sahil şeridi boyunca arabasının içinde ağlayarak yola koyulmuştu. Kafasında derin bir intihar planı vardı. Arabasını kenara çekti ve boğaza doğru yaklaştı, Tam atlayacakken ensesindeki adamın öksürük sesiyle irkildi. ... ...“Ne yapıyorsun evlat?” dedi adam. “Ne yapacağım be! Terkedildim, artık hiçbir şeyin anlamı yok. Bu saçmalığa son vereceğim.”dedi genç. İhtiyar, babacan bir edayla sesini yükseltti ve “Gel bakalım şöyle” dedi. “Seninle biraz konuşalım” Gidip bir banka oturdular. Gencin ağlaması kesildikten sonra adamla konuşmak istedi ve “İhtiyar” dedi. “Aşk nedir sence?” İhtiyar uçuruma yaklaşmışçasına irkildi. Şarabı boğazında düğümlendi. Gözleri buğulandı. Durdu. Düşündü derince. Gözleri uzaklara dalıp gitti. Sesi titreyerek “Aşk” dedi “Evlat, aşk bile bile tutsaklıktır…” “Onu görünce kanın donar. Sanki tüm kan beynine yığılır. Çatlayacak gibi olursun. Onun iki dudağından çıkan her kelimeyi aklına yazarsın. Gözleri senin güneşin olur. Ve sen gerçek güneşe kızarsın, doğup onu uyandırmasın diye. Dudakları bir başkadır be evlat. Denizde salına salına giden bir yelkenliyi andırır. Gördüğün her elbiseyi o giysin istersin. Duyduğun her şarkıyı onu beyninde canlandırarak dinlersin. O “İyi geceler” demese gecen geçmez olur. Akrep ve yelkovan donar kalır yerinde, kıpırdamaz. Geceler düşmanın olur.” Genç, durgun ihtiyarın bu kadar derin konuşmasına şaşırmıştı. Aşk, bu kadar derin miydi? Derin bir düşünceye daldı. İhtiyar, sanki gencin bu şoku üzerinden atmasını bekliyor Ve yeni cümlelerini aklında kuruyordu. Genç, hem şaşkınlık hem de merakla sordu “Eee sonra?” “Sonrası evlat, çok seversin onu. Rüzgâr saçının bir telini savursa, Rüzgâra düşman olursun. İstanbul soğuk olsa biraz, Kızarsın şehre neden bu kadar soğuk diye… Gözleri çıkmaz olur aklından. Kendine hasret yaparsın, bakışlarından.” “Tüm dünya onun etrafında döner sanki Adını duyduğuna, yüzün kızarır, ağlarsın. Gördüğünde nutkun tutulur Hayatının anlamını yüklersin ona evlat, Hayatının anlamını yüklersin.” Genç beyninden vurulmuşa dönmüştü. Ömründe hiç kimse onunla hem bu kadar samimi, Hem de bu kadar çarpıcı konuşmamıştı Bu adamı daha yakından tanımalı, onun bilgilerini kendine rehber edinmeliydi. “İhtiyar” dedi. “İsmin nedir senin?” İhtiyar durdu. “Ne önemi var?” dedi. “Boşver.” Genç yine duraksadı. Başka bir soruyla yöneldi adama. “Peki” dedi. “Bu anlattıklarının sonunda ne olur?” İhtiyar olayın başından beri gözünde tuttuğu o yaşlarını bıraktı, Yanaklarından süzülen iki damla yaşla beraber. “O seni hiç sevmez evlat.” dedi. “Sen ona tutuşur yanarsın.” “Onun senin varlığından bile haberi yoktur.” Genç durdu. Son bir cümle duymak istiyordu ve şöyle dedi. “Peki, ihtiyar, âşık o zaman ne yapar?” İhtiyar ağlarken gülmeye başladı, göbeği iki sallandıktan sonra durdu. “Ne yapacak ki evladım, sokaklara düşer, şaraba başlar” Sonra da senin gibi gençlere hikâyesini anlatır.

10 Şubat 2012 Cuma

Kimsenin Yaptığı Yanına Kalmaz Abbasi halifelerinin beşincisi Harun Reşid, sarayının bahçesindeki bir gül fidanını çok beğenir. Yaprağı, kokusu, görünüşüyle dikkatini çeken gülü özel bakıma alması için bahçıvana emir verir. Bahçıvan üzerine titremeye başlar gülün. Ne var ki, sakınan göze çöp batar derler ya. Aynen öyle olur. Bir sabah bahçıvan gelip bakar ki, gülün dalına konan bir bülbül, ne kadar yaprak varsa hepsini gagalayarak yere düşürmüş. Tek yaprak bırakmamış gülün başında... Korku içinde koşar halifeye: - Sultanım der, üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş, tek yaprak bırakmamış gülün başında... Harun Reşid, telaş etmeden cevap verir: - Üzülme efendi üzülme, der. Bülbülün yaptığı yanına kalmaz!. Rahat bir nefes alan bahçıvan işine döner. Bir gün bakar ki, bir yılan yaprakları düşüren bülbülü yakalamış, yutmak üzere, otların arasında kayıp gidiyor. Heyecanla yine halifeye gelir: - Sultanım der, bülbülü bir yılan yakalamış, yutarken gördüm. Sultan yine telaşsız: - Merak etme efendi der, yılanın yaptığı da yanına kalmaz!. Bahçıvan yine işine döner... Bir ara bahçede çalışırken otların arasında yılanı görür. Hemen elindeki küreğiyle darbe üstüne darbe indirerek yılanı orada öldürür. Sevinçle geldiği halifeye durumu anlatır: - Sultanım der, bülbülü yakalayan yılanı ben de bahçede otlar arasında yakalayıp küreğimle öldürdüm. Harun Reşid yine sakin: - Bekle efendi bekle der, senin de yaptığın yanına kalmaz!. Nitekim çok geçmez bahçıvan hatalar yapar. Yakalayıp halifenin huzuruna çıkarırlar. Cezalandırılmasını isterler. Halife emrini verir. -Atın bunu zindana!. Hemen yaka paça zindana doğru götürürken geriye dönen bahçıvan şunları söyler: -Sultanım der, bülbülün yaptığı yanına kalmaz dediniz, onu yılan yuttu. Yılanın yaptığı yanına kalmaz, dediniz, onu da ben öldürdüm. Şimdi benim yaptığım da yanıma kalmıyor, sen zindana attırıyorsun.. Herkesin yaptığı yanına kalmıyor da seninki mi yanına kalacak? Demek sana da bir yapan çıkacak... Öyle ise gel sen bana yapma ki bir başkası da sana yapmasın!.. Harun Reşid, doğru söyledin bahçıvan, diyerek: - Bırakın bahçıvanı, çiçekleri sulamaya devam etsin!.. Derler ki: - Sultanımız, yaptığı yanına kalır!.. - Hayır der, kimsenin yaptığı yanına kalmaz. En ağır şekliyle ahirette ödemeye tehir edilir. Ama gafil insanlar bunun farkına varamaz da, yaptığı yanına kaldı sanırlar!.. Evet,Kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Bunda hiç şüpheniz olmasın. Yanına kaldı sanılanlar daha ağırıyla ahirette ödemeye tehir edilirler. Ne var ki, gafil insanlar bunun farkına varamaz da yaptığı yanına kaldı sanırlar..

3 Ocak 2012 Salı

‎* Oraya gitme demedim mi sana..! Seni yalnız ben tanırım demedim mi..? Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im. Bir gün kızsan bana, alsan başını, yüz bin yıllık yere gitsen, Dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi..? Demedim mi şu görünene razı olma, Demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl. Onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi..? Ben bir denizim demedim mi sana..? Sen bir balıksın demedim mi..? Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın..! Senin duru denizin ben'im demedim mi..? Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi..? Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im. Senin kolun kanadın ben'im demedim mi..? Demedim mi yolunu vururlar senin, Demedim mi soğuturlar seni. Oysa senin ateşin ben'im, Sıcaklığın ben'im demedim mi..? Türlü şeyler derler sana demedim mi..? Kötü huylar edinirsin demedim mi..? Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi..? Yani beni kaybedersin demedim mi..? Söyle ; Bunları sana hep demedim mi...? *

‎* Bir insanı tanımak inanılmaz zor bir iştir. Bir insanı ilk olarak başbaşa bir sohbetin ilk yarım saatinde ve ikinci kez, ancak on yıl birlikte yaşadıktan sonra tanıyabileceğimizi söylersem, sanırım abartmış olmam. Ayrıca şuna inanıyorum ki, iki insanın kim olduklarını ve kiminle evlendiklerini düğünden önce sezebilmeleri bile mümkün değildir. Birisi ötekinin bütün davranışlarını, bütün fikirlerini, tutkularını, kanaatlerini, inançlarını bilse bile, çorapları, uykuda çapaklanmış gözleri, her sabah diş fırçalarken ağzını çalkalayış şekli ve özellikle garsona bahşiş verişi hakkında henüz hiçbir fikri yoktur. Çünkü insan derinlerde aldatır ama yüzeyde onu tanıyabilirsin. Kısacası her bir evliliğin içinde binlerce hayal kırıklığı riski ve her türlü içsel çuvallama ihtimali saklıdır ki bunlara karşı kullanılabilecek tek bir silah vardır ; Hepsini daha baştan üstlenmek...*

‎* Tıpkı kalabalık bir asansördeymişcesine, birbirimize değmeden yaşıyoruz. Her birimiz kapıya doğru dönmüş, ellerini ya önünde birleştirmiş ya da iki yana sıkıca yapıştırmış, kimseye dokunmamaya ve dokunulmamaya çalışarak. Kat ışıklarını takip eder gibi, tek bir yöne bakarak ve her türlü iletişimin önüne baştan geçerek ; Yalnız kaldığımız nadir anlarda aceleyle asansörün aynasında kendimize bakar gibi, arada bir içimizi yoklayarak ve her seferinde kendimizde bir şeyi beğenmeyerek, yalnızlık duygusu daha bir artarak. Ara sıra duyduğum tipik asansör müziğini, sokaklarda yürürken de duyuyorum sanki ; Yalnızsın, ama korkma, kalabalığın arasındasın. Meraklanma, herkes senin kadar yalnız. Endişelenme de, kimse dokunmayacak sana !..Diğerleri de senin kadar korkak..! Hiç kimsede de ; Ben geldim. Beni dinler misin ?..Tanımaya çalışır mısın..? diyecek cesaret yok. Aman sakın, gözlerini yana kaydırma. Dümdüz, duygusuz bir ifadeyle sabitle bakışlarını. Asansör durunca da hızla hareket edip, ayrıl asansörden, ve yahut yoldaysan, sert, kararlı adımlarla yürü yolunda, nereye gideceksen. Sanki çok önemli bir işin varmış, kime, nereye gideceğini biliyormuşsun gibi. Korkmayın yanlış insanlara rastlamaktan veya incitilmekten. Doğrusu benim de ödüm patlıyor sizler gibi. Yine de denemek, inanmak istiyorum, çünkü çok basit bir matematik hesabım var benim. Terapiye başvuran herkes ; Yalnızlıktan, iletişimsizlikten ve anlaşılamamaktan şikayetçi değil mi ?..Evet..! İçerideki her başvuruya karşılık, dışarıda yüzlerce insan aynı şikayetlerden yakınmıyor mu...? *