Sayfalar

3 Ocak 2012 Salı

‎* Oraya gitme demedim mi sana..! Seni yalnız ben tanırım demedim mi..? Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im. Bir gün kızsan bana, alsan başını, yüz bin yıllık yere gitsen, Dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi..? Demedim mi şu görünene razı olma, Demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl. Onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi..? Ben bir denizim demedim mi sana..? Sen bir balıksın demedim mi..? Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın..! Senin duru denizin ben'im demedim mi..? Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi..? Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im. Senin kolun kanadın ben'im demedim mi..? Demedim mi yolunu vururlar senin, Demedim mi soğuturlar seni. Oysa senin ateşin ben'im, Sıcaklığın ben'im demedim mi..? Türlü şeyler derler sana demedim mi..? Kötü huylar edinirsin demedim mi..? Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi..? Yani beni kaybedersin demedim mi..? Söyle ; Bunları sana hep demedim mi...? *

‎* Bir insanı tanımak inanılmaz zor bir iştir. Bir insanı ilk olarak başbaşa bir sohbetin ilk yarım saatinde ve ikinci kez, ancak on yıl birlikte yaşadıktan sonra tanıyabileceğimizi söylersem, sanırım abartmış olmam. Ayrıca şuna inanıyorum ki, iki insanın kim olduklarını ve kiminle evlendiklerini düğünden önce sezebilmeleri bile mümkün değildir. Birisi ötekinin bütün davranışlarını, bütün fikirlerini, tutkularını, kanaatlerini, inançlarını bilse bile, çorapları, uykuda çapaklanmış gözleri, her sabah diş fırçalarken ağzını çalkalayış şekli ve özellikle garsona bahşiş verişi hakkında henüz hiçbir fikri yoktur. Çünkü insan derinlerde aldatır ama yüzeyde onu tanıyabilirsin. Kısacası her bir evliliğin içinde binlerce hayal kırıklığı riski ve her türlü içsel çuvallama ihtimali saklıdır ki bunlara karşı kullanılabilecek tek bir silah vardır ; Hepsini daha baştan üstlenmek...*

‎* Tıpkı kalabalık bir asansördeymişcesine, birbirimize değmeden yaşıyoruz. Her birimiz kapıya doğru dönmüş, ellerini ya önünde birleştirmiş ya da iki yana sıkıca yapıştırmış, kimseye dokunmamaya ve dokunulmamaya çalışarak. Kat ışıklarını takip eder gibi, tek bir yöne bakarak ve her türlü iletişimin önüne baştan geçerek ; Yalnız kaldığımız nadir anlarda aceleyle asansörün aynasında kendimize bakar gibi, arada bir içimizi yoklayarak ve her seferinde kendimizde bir şeyi beğenmeyerek, yalnızlık duygusu daha bir artarak. Ara sıra duyduğum tipik asansör müziğini, sokaklarda yürürken de duyuyorum sanki ; Yalnızsın, ama korkma, kalabalığın arasındasın. Meraklanma, herkes senin kadar yalnız. Endişelenme de, kimse dokunmayacak sana !..Diğerleri de senin kadar korkak..! Hiç kimsede de ; Ben geldim. Beni dinler misin ?..Tanımaya çalışır mısın..? diyecek cesaret yok. Aman sakın, gözlerini yana kaydırma. Dümdüz, duygusuz bir ifadeyle sabitle bakışlarını. Asansör durunca da hızla hareket edip, ayrıl asansörden, ve yahut yoldaysan, sert, kararlı adımlarla yürü yolunda, nereye gideceksen. Sanki çok önemli bir işin varmış, kime, nereye gideceğini biliyormuşsun gibi. Korkmayın yanlış insanlara rastlamaktan veya incitilmekten. Doğrusu benim de ödüm patlıyor sizler gibi. Yine de denemek, inanmak istiyorum, çünkü çok basit bir matematik hesabım var benim. Terapiye başvuran herkes ; Yalnızlıktan, iletişimsizlikten ve anlaşılamamaktan şikayetçi değil mi ?..Evet..! İçerideki her başvuruya karşılık, dışarıda yüzlerce insan aynı şikayetlerden yakınmıyor mu...? *